Özgürlükten Kaçış Üzerine

 deneme bir 'ki...


en genel tanımı ile bağlı ve bağımlı olmama, engellenmemiş ve zorlanmamış olma halini ifade etmektedir. fakat insanın özgürlüğü kullanabilmesi, ortaya koyabilmesi için başka bir güce bağlı olmadan düşüncelerini ve eylemlerini oluşturabilmesi gerekir.

özgürlük, kendisini taşıyamayacak olan insanın zihnine "ne yapacağım şimdi?" sorusunu pek güzel yerleştirir. bu durum ve iç çatışma hali, "özgürüm" diyen bireyin ya dikte edilmiş fikirleri uygulaması ya da düşünmeden, özgürlük kisvesi altında mantıklı olmayan davranışları sergilemesi ya da kararları alması ile sonuçlanabilir. konu hakkında bilgisi, bilinci olmayan bir grup insana herhangi bir konuda seçim yapma şansı verin, ne demek istediğimi anlayacaksınız. ve aslında nietzsche de bu nedenle demokrasi karşıtı görünür. çünkü özgürlüğü vaadeden bir yönetim şeklidir, demokrasi. insanların bu hakkı her zaman doğru kullanamadıklarını düşünür: "halk neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bilmez. ve daima yalan söyler."

aslında, özgürlüğün ne olduğu ve demokrasilerdeki uygulanışı ile ilgili tartışma antik yunan'a dayanıyor. kölelik kültürü bulunan bir toplum, bir yandan demokrasiyi oluştururken, bir yandan da eleştiriyor. platon'un ağzından sokrates'e göre devlet yönetimi uzmanlık işidir ve bilenlere bırakılmalıdır. platon, devlet adlı eserinde demokrasinin düzensizlik ve abartılmış bir özgürlük getirdiğini şu sözlerle vurgular:

" hayvanlar bile bu devlette başka her yerden daha hürdür... o kadar ki, insan gözleri ile görmese inanmaz, demokrasilerde atlar, eşekler öyle serbest, öyle mağrur yürürler ki, yollarından kaçmayana çarpıp geçerler. yurtaşlar o hale gelir ki, bir yerde baskıya benzer en ufak bir şey gördüler mi, kızar ayaklanırlar; yazılmış yazılmamış bütün kanunları hiçe sayar, kelimenin tam anlamıyla başına buyruk kalmak isterler."

jean bodin de, nietzsche ile aynı sebepten demokrasiyi eleştirir ve der ki:
"demokratik düzenlerde el üstünde tutulanlar, erdemli ve onurlu olmayan kimselerdir. erdemli ve onurlu kişiler ayaklar altında sürünür giderler. toplumun büyük çoğunluğu erdemden yoksundur ve kötü olanı severler. halk çoğunluğunun yönetimi demek olan demokrasi bu nedenle kötü olanı yüceltecek, erdem yok olacaktır. demokrasilerde rüşvet, adam öldürme, ahlaksızlık ortak özelliklerdir."

ancak şahsi fikrimi de eklemek isterim, demokrasi ile birlikte yapılan bu özgürlük eleştirileri bireysel hak ve özgürlükler aleyhinedir. özgürlüğü bu açıdan yeniden ele alacak olursak erich fromm'u konuşmalıyız. "özgürlük korkusu" adlı yapıtında söylediği, ona aynı anda hem güvenlik veren hem de onu sınırlayan bireysellik öncesi toplumun bağlamından kurtulan çağdaş insanın, kendi bireysel özünün gerçekleşmesi gibi olumlu bir anlamda; yani kendi zihinseli coşkusal ve duygusal potansiyellerinin dile gelmesi anlamında bir özgürlük kazanmış olmadığıdır. ona bağımsızlık ve ussallık kazandırmış olmasına karşın özgürlük, onu yalıtmış, böylece kaygılı ve güçsüz kılmıştır. bu yalıtım kaçınılmaz bir şeydir ve bireyin bu durumda karşı karşıya kaldığı tek seçenek ya kendi özgürlüğünün yükünden kaçıp yeni yeni bağımlılıklara ve boyun eğmelere sığınmak ya da insanın eşitsizliğine ve bireyselliğine dayanan olumlu özgürlüğün gerçekleşmesi doğrultusunda yol almaktır.

özgürlük insanı kaygıya sürükler, korkutur. düşünmeye ve kararların sorumluluğunu almaya sevkeder - ki bu, düşünmeyi sevmeyen bir topluma mutsuzluk getirir, çünkü yorucudur hem kararı hem sonuçları düşünmek. bu sebeple insanlar aksini söyleseler de özgürlüğe fazla dayanamazlar ve biri onların yerine karar versin, doğru olanı göstersin isterler. hedef gösterildiğinde irdeleyen insan da pek azdır. erich fromm, özgürlükten kaçış'ında da bu konuyu işler.

" bir şeylerden özgürlüğün yüküne katlanmayı sürdüremezler, olumsuz özgürlükten olumlu özgürlüğe geçemedikleri sürece, özgürlükten hepten kaçmaları gerekir. çağımızda ana toplumsal kaçış yolları, faşizmle yönetilen ülkelerde görüldüğü gibi, bir öndere boyun eğme ve demokrasimizde yaygın olan zorlanımlı düzene uymadır."

kanun koyucunun kim olduğunu tartışmak ise bu konuda çözüme ulaşma denemesi için olası bir diğer yoldur.

"özgürlüğü kısıtlayan toplum kurallarıdır." dersek buna bir nebze katılabilirim. bu, bireyin ne istediği ile alakalıdır. çoğunluğun düşüncesinin normal karşılandığı bir toplumda birey olarak ortaya çıkmanın zor olduğunu söyleyebilirim. ancak bu, insanın karakterinin ne kadar sağlam olduğu ya da bir şeyi ne kadar istediği ile ilgili.

farkındalık demişken, spinoza'dan da bahsetmeden olmaz. spinoza'nın özgürlük kavramı bence oldukça ilginç. özgürlüğün "zorunluluklarımızın bilincinde olmamız" olduğunu söylüyor. insanın seçimleri ise sadece güç ve hak ilişkisi içinde gerçekleşiyor. spinoza'nın bu düşüncesine bir açıdan katılıyorum ancak zorunluluk olarak nitelendirdiğimiz şeylerin ilahi olmadıklarını, bizim seçimlerimiz olduğunu da düşünüyorum.

insanın neye hakkı vardır? hangi sebepten, hangi konuda doğal bir özgürlüğü olabilir? dünyaya gelmek bile bizim seçimimiz değildi. ancak bu yaşamı devam ettirmek bizim bireysel seçimimiz değil mi? peki ya ilahi bir karar mercisi olduğunu düşünmek, özgürlükten kaçış mıdır?

Yorumlar