Distopya Olarak Lord of the Flies ve Sanatta Akıldışılık

William Golding’in aynı isimdeki kitabından uyarlanan filmin iki çekimi bulunmakta: 1963 ve 1990. Ben bu inceleme için 1990 çekimini taban alacağım.
Sineklerin Tanrısı, bir uçak kazası sonucu ıssız bir adaya düşen askeri okul öğrencisi bir grup çocuğun hayatta kalma savaşı sırasında kurdukları yönetimin anlatıldığı bir macera filmi. Çocukların adaya düşmesi, başlangıçta bir ütopya oluşturacakları düşüncesini akla getirirken daha sonra ada özellikle akıllı başlı bir çocuk olan Ralph için cehenneme dönecektir. Buradan hareketle filmin bir ütopya gibi başladığı söylenebilir. Ralph’in örnek toplum kurma çabasının başarısızlığa düşmesi ile film distopik bir tarafa geçer.
Karakterleri tanıtmak için kısa bir anlatım yapmak gerekirse; filmde adaya düştükten sonra ikiye bölünen çocuklar iki lider komutası altında zaman geçirirler. Zamanı doğru kullanmak isteyen, kurtulmak için çözüm yolları arayan ve iş bölümünü öneren Ralph medeniyetin; çocukluğu ile kendini oyuna kaptıran ve rekabet ile iyice vahşileşen Jack ise ilkelliğin temsilcisidir.
Başlangıçta Ralph’in kurduğu düzende, çocuklar yemek bulmak, avlanmak, barınak yapmak ve ateşi canlı tutmak için görevlendirilmişlerdir. Bir ceza sistemi olarak, hırsızlık ve görevi ihmal için ceza puanı uygulanması kararlaştırılır. Ancak kurtulma umudu oluşturan ateşin canlı tutulması görevini ihmal edip domuz avına giden Jack, gruptan ayrılıp kendi grubunu kurar ve zamanla Ralph’in yanındaki çocuklar da Jack’in grubuna geçerler. Adada bir canavar olduğuna inanıyorlardır. Bu belki de doğanın ya da gerçek üstü bir varlık olduğu için akıl dışının simgesi olabilir. Ancak çocuklardan biri olan Simon, canavar sandıklarının, aslında hasta bir halde bir mağaraya sığınan pilot olduğunu ve orada öldüğünü öğrenir. Diğer çocuklara haber vermek için sahilden yanlarına yaklaştığı sırada Jack, arkadaşları ile vahşi bir oyun oynamaktadır. Birden kendilerine yaklaşan Simon’u canavar zannedip, mızraklarla öldürürler. Daha sonra işler iyice çığırından çıkacak ve Domuzcuk hırs uğruna katledilecektir. Filmin bitiminde çocuklar Ralph’in peşindeyken adaya çocukları kurtarmak üzere asker çıkar ve o ana kadar kendini tutan ve sağlam durmaya çalışan Ralph, 12 yaşında bir çocuk olarak  “ağlar”.
Çocukların film boyunca evlerinden ve ailelerinden bahsetmemeleri, korkup ağlamamaları ilgimi çeken bir noktadır. En büyüğü 12 yaşında olan ancak aslında hiç çocuk gibi davranmayan bir grup çocuk tasvir edilir.
William Golding, romanı II. Dünya Savaşı’nda gördüğü vahşetin etkisiyle, insanın doğası ve içinden gelen kötülüğü sorgulamak üzerine yazmış ise, çok başarılı bir psikolojik eser olduğu söylenebilir. Nitekim film de, insanın hem kendini, hem toplumu, medeniyetin ne olduğunu sorgulamaya itmektedir. Bir başka yandan düşünecek olursak ada, eğer dünyamız ise temelde, “cins” olarak birbirinden farkı olmayan “insan”ın nasıl “ben” ve “öteki” durumuna geldiğini, bu bencillikle yaşama, filme uyarlamak gerekirse asıl amaç olan “kurtulma”yı göz ardı edebildiklerini ve temel kaynaklarını bile kötüye kullanabildiklerini görebiliriz. Daha filmin başlarında çocukların ateş yakarken çıkardıkları minik yangın, filmin sonunda bütün ormanın yanacağının(!) habercisi olabilir, ateş ve yangın bu açıdan tahribin, kontrolsüzlüğün sembolü olarak kullanılmıştır.
Sineklerin Tanrısı’nda fark edilen bir diğer özellik ise, çocuklar arasında hiç kız olmamasıdır. Askeri okul öğrencileri olmaları ve yazarın savaştan etkilenerek bu kitabı yazması bunun sebepleri olabilir ama grubun içinde kızlar da olsaydı hikâyenin nasıl evirileceği bir merak konusudur.
Kitabın ve buna bağlı olarak filmin akıl dışılığa, insanın birincil duygularına ve ilkel yanına vurgu yapması akla Freud’u getirir. Ralph ve Jack’in mücadelesi ego ve id’in mücadelesi gibidir. Ve Domuzcuk (Piggy) ölene kadar onların arasında denge kurmaya çalışan bir süperego görevindedir denilebilir. Freud’a göre insanın temel iki dürtüsü olan; yaşam ve ölüm, hikâyede kendini çok vurucu bir şekilde göstermektedir. Freud’a göre davranışlara yön veren şey bilinmeyen arzular, nereden geldiği belli olmayan korkular ve içgüdülerdir; çevreye karşı saldırganlık da id’den ve ölüm içgüdüsünden gelir. Bu durumda gerçek BEN, İD olur, günlük yaşamın gereklerini yerine getiren EGO değil…



Filme başka bir psikolojik yaklaşımda bulunursak, adanın kullanılması hem benim tahminimdeki gibi bir dünya modeli sağlamak için olabilir, hem de suyun psikolojik çağrışımından yararlanmak için olabilir. Jung’a göre su, bilinçaltının simgesidir. Joseph Campbell ise insanın geçirdiği evrime karşın içinde barındırdığı içgüdüleri gölge arketipi ile açıklar. Bu günah, şeytan, düşman kavramı ile karşımıza çıkabilir. “Persona” toplum beklentilerine karşı takmış olduğumuz maske olarak tanımlanırken, hayvani dürtüleri saklamamızda yardımcı olur.
Bu psikolojik yorumlamalara edebiyattan bir bakış; Rimbaud’un “Sarhoş Gemi”si örnek olarak verilebilir. Şair burada benliği parçalayarak egodan id’e gidişi anlatır. Gemi yolculuğunun başlangıç yeri uygar dünya iken gittikçe fantastik dünyaya, bilinmeyene uzanır. Uygarlaşmış bir elin ürünü olarak geminin yolculuk sırasında parçalanması da buna örnek olarak verilebilir. Geminin dümeninin kırılması ise belirleyici olanın doğa güçleri olduğunu vurgular. Yalnız Rimbaud’un yaptığı medeniyetten kaçıştır. O ütopyasını doğada ya da kendi id’inde bulacaktır. Sineklerin Tanrısı ile benzeşen bir diğer noktası ise Rimbaud’un ticaret gibi medeniyet göstergelerinin doğaya kafa tuttuğunu düşünmesi ve Avrupa’nın tek cazip yönünün çocuklar olduğunu savunmasıdır. Filmde de çocukların çoğu Jack’in tarafına geçmiş ve içlerindeki kontrol edilemez tarafı göstermişlerdir. Çocukların bu saldırgan ve id’sel tavırlarına Rimbaud gibi egoyu parçalayarak özgürlük ve kendini yetkinleştirme deneyimi yaşamaya çalışmak denilebilir.
Ben’in parçalanması durumuna bir diğer örnek Georg Heym’in “Savaş” şiiridir. Heym şiirinde savaşı, unutulmuş, derinden çıkan bir güç olarak tasvir eder ve böylelikle ilkel ya da mitolojik savaştan, akıl dışının egemenliğinden bahseder. Şiirin üçüncü kıtasında
”Kilise sesleri geliyor çok uzaklardan
Dağlarda başlayan savaş dansı…”
demektedir. Sineklerin Tanrısı’nda çocukların kurtulmak için dua ettikleri bir sahneye rastlamadım. Din belki de yoktu. Heym’de işte bu ilksellikten bahsediyor. Bu parçaya göre savaş dağlarda, egonun olmadığı yerde başlar ve şehre gelir.
Film hakkında şiir alanından bir diğer örnek de Gottfried Benn’in “Tehdit” şiiridir. Şiirde Benn, kadının nezninde insanlığı tehdit eder;
“Ama şunu bil;
Hayvan günleri yaşıyorum.
Bir su saatiyim ben
Göz kapaklarım yorgun düşer akşamları
Ormanlar veya gökyüzü gibi
Aşkım yalnızca birkaç sözcük bilir
Kanına yakın olmak ne güzel”
Şiir hakkında insanlığa tehdit dedim çünkü insan olmanın özellikleri bütünüyle dışlanmıştır. Zaman kavramını yok etmek yalnızca akışkan ve kendi biçimi olmayan bir madde olan su ile sağlanmıştır – ki bilinçaltı simgesi olduğunu söylemiştik. Medeniyetin gereklerinden olan dil, yalnızca birkaç sözcükle kısıtlanmış, aşk ise modern insanın tanımlamasından çok uzak, güzellik ya da iyi vakit geçirme ölçütlerini dışlayarak sadece “kanına yakın olmak” şeklinde tanımlanmıştır.
Akıldışı olma durumuna resim sanatından örnek vermek gerekirse; Giorgio de Chirico’nun eserlerinin incelenmeye değer olduğunu söyleyebilirim. Ve özellikle boşluk, ölüm, terkedilmişlik duygularını uyandıran “Sonsuzluk Nostaljisi ” isimli kule resmi bir örnek teşkil edecektir. Dünyayı alışılagelmiş sıradanlığından çıkarıp metafizik bir çerçeveye sokar. Resimdeki kulenin diğer yapılarla ya da tarihle bir ilgisi yoktur. Bir anlam yüklemeden sub specie aeteri (bakış getirme çabasındadır. Filmi, değer yargılarından ve duygulardan uzak, böyle bir bakış açısı ile izleyebilmeyi çok isterdim. Çünkü alışılmış düşüncelerle izlemek, çok sert psikolojik etkiler yapabiliyor. Simon’un cesedinin kumlar üzerinde delik deşik gösterilmesi, belki hayvani yanı vurgulamak açısından önemliydi fakat benim orada gördüğüm 10 yaşında küçük ve masum bir çocuktu. Aynı duygular, tam iki tarafı uzlaştırmaya çalışırken kafasına bir kaya atılıp öldürülen Piggy için de geçerli olmuştur. Ancak sanırım filmi distopya yapan, bu duygulardır…


Nihan KAYATÜRK
KAYNAKÇA
http://www.frmtr.com/kitap-ozetleri/713665-kitap-ozeti-sineklerin-tanrisi.html
http://www.articlemyriad.com/lord_flies_animal_farm.htm
http://listverse.com/2008/03/12/top-12-dystopian-novels/
http://tr.wikipedia.org/wiki/Sineklerin_Tanr%C4%B1s%C4%B1
http://www.imdb.com/title/tt0100054/
GEÇTAN;Engin, Psikodinamik Psikiyatri ve Normal Dışı Davranışlar, Metis Yayınları,2006,İstanbul
FORDHAM; Frieda, Jung Psikolojisinin Ana Hatları, Say Yayınları

Kendisinden aldığım Edebiyat ve Felsefe, Psikoloji’ye Giriş ve Mitoloji derslerinin üzerimde ve bu yazı üzerinde etkisi yadsınamaz. Saygıdeğer hocam Cemil Güzey’e sonsuz teşekkürler…


Yorumlar